25 Ocak 2010 Pazartesi

homo-sapiens


hernekadar eşcinsel temalı bir başlık gibi görünsede konumuz bu strüktür üzerine inşa edilmedi,o yüzden sakin olun.
asıl tartışılması gereken,ailelerin çocuklarını heteroseksüel bir kimliğin doğasına adapte etme çabasının ne denli doğru olduğu.
bu tercihin,insan olmanın en önemli vasfıymış gibi kullanılması manidar.
günümüzdeki heteroseksüel ilişki pusulası sevginin yerine nefreti, saygının yerine küstahlığı,monogaminin yerine poligamiyi gösteriyor.
bu kadar detaylı çizilmiş bir haritada kaybolmanız neredeyse imkansız.
herşey olabildiğince açık ve rahatsız edici derecede net.
doğru diye tanımlanan "erkek ve kadın" projesi artık muhteviyatındaki tanımını karşılar nitelikte değil.
çocuklarınızı ve çevrenizdeki insanları bu angaryayla doldurmak başarılı ve etik bir çalışma gibi görünse de,sorulması gereken sorular belli ki atlanmış.
belirli bir kesim için eşcinsellik pek günah ve çok çirkin,hatta elle tutulur hiçbir yanı olmayan,mümkünse karantina altına alınması gereken sürreal bir hastalık.
var ama yokedilebilir: gerçekdışı.
korkmanızaysa hiç gerek yok çünkü diğer bütün hastalıklar gibi şüphesiz ki telkin ve ilaç yoluyla tedavi edilmesi son derece mümkün.
Allah Freud'dan ve psikanalizin yaratıcılarından razı olsun.
ölesiye korkmuştuk!
bu agresif tanımın gerçekçi olduğunu varsayarsak,kitle imha silahları ve politikacılardan sonra eşcinseller,dünyada en çok nefret edilenler listesinde 3.sıradalar.
işin en üzücü yanı,eşcinselleri tukaka bulanların yanlızca cahil ve dindar kesimden çıkmaması,en modern aile yapılarında bile bu fikrin varolmak için kendine ait bir zemin bulabilmesi.
peki bu etiketleri eşcinsel çocuklara,travesti ve transvestislere yapıştıran türk toplumu hiç mi analiz edilmemeli?
muhakkak edilmeli.
*misafirperver ve geleneklerine düşkün nezih türk toplumu* cümlesi tanıdık ve ezberletilmiş bir kamuflaj olmaktan öteye geçemiyor çünkü.
eskide kalan,eskinin mirasını kullanarak devam ettirilen bu sloganın altındaki gerçekler örtbas ediliyor.
ya da tam tersine o kadar göz önündeki artık kimse burnunun ucundakini ilginç bulmuyor.
zina ve aldatmada dallarında dünya rekoru kıran türk toplumunun,çocuk yetiştirirken çocuk pornosu izleyen babalara,karısını demirle döven kocalara,gece uykusunda kocasının penisini kesen kadınlara,evililik programlarında kendine *ideal* eş arayan çifte kumrulara ev sahipliği yapması normal karşılanıyor.
yetmiş yaşındaki teyzelere tecavüz etmek de neymiş? olabilir,ne imkansız ki?
eli şeyinde dolaşmak "yiğidin malı meydandadır" sözüyle pohpohlana dursun,bir kara delik için boğaz kesmek,bekaret için cinayet işlemek,el kadar çocuklara cinsel tacizde bulunmak yargıda bile hakettigi karşılıgı bulmuyor.
her üç adımda bir laf yemek kadının kaderiyken,aynı laf laf atmakta hür olan er kişinin annesine söylendiğinde,çok fonksiyonlu bacı kelimesi derhal imdada yetişiyor.
din tacirlerinin el altından satın aldıkları pornografik filmlerle sakal ve bilimum organlarını sıvazlaması 3.sayfa haberi bile olmuyor,olamıyor.
magazin programlarında etek altından görüntü yakalayıp yayınlamak çocukların zihinsel gelişimini engellemiyor da,konu dizilere gelince rtük aniden kutsal görevini hatırlayıveriyor.
susturuluyoruz kampanyası inandırıcı değil.susmayı seçiyoruz.
iletişim kurma ve ilişki yaşama anlayışının paslanması,bu denli buharlaştırılması çirkin.
ikiyüzlülük vakur bir edayla başkalarının sırtından prim yaparken, içimden "böyle heteroseksüel olucagınıza hepiniz günün birinde eşcinsel olun" demek geliyor.

7 Ocak 2010 Perşembe

yeni yıl kutlamaları ve bilim kurgu


noel aslında ironik bir kelime.
asıl ironik olansa ülkemizdeki kutlama biçimleri.dünyadaki örneklerine baktığımızda insanların 1 sene daha yaşlanmış olmayı neşe içinde kutladıkları görülürken,bizde bu kutlamalar en verimli cinsel çağlarımızın geride kalması endişesiyle hızlandırılıyor.
en yeni moda,en iştah açıcı seçenek..bu şehvetin dışavurulması adına seçilebilicek en isabetli noktalardan biri olarak tarihteki yerini henüz alamayan istiklal caddesi içinse şimdilik üzülmekle yetiniyoruz.
çünkü herşeyden önce istiklal caddesi kalabalık,sıkışık ve kaotik..alkol durakları sınırsız sayıda,cesaretse parlak ışıklar altında gittikçe güçleniyor.kimseden ses yok.kimse kılını kıpırdatmıyor.cesaret istiklal caddesinde günden güne kıdem kazanıyor.
bu sebepledir ki "dişileri parmaklama ve elleme günü" her yıl bu cadde üzerinde hiç utanmadan ilan edilmeye mahkum bırakılıyor.üstelik mutlaka kutlanması gereken ulusal bir bayram havasında..1000 kişilik bir erkek seli,aralarından tavşanlar gibi sekerek uzaklaşmaya çalışan kadın,kız,çocuk ve nineleri yakalamaya çalışarak bir çeşit yeni yıl ebelemesi oynuyor.alıcısı olan fakat satıcısı bulunmayan tuhaf bir alışveriş gerçekleşiyor.
elle gerçekleştirilen bu tacizlere dur diyen ve "birtakım" erkekleri çaktırmadan ikaz edense yine noel kelimesinin ta kendisi.ironide işte tam bu noktada başlıyor.biraz daha dikkatle bakarsak görebileceğimiz üzere : "no-el" bize kısaca "ele hayır" diye sesleniyor.
kimse için sorun teşkil etmeyen bu küçük ayrıntı,bu üstü örtülmüş ikaz lambası aslında sonderece tehlikeli bir sonun habercisi..
yıllar önce,erkek ırkının libidolarını kontrol etme dürtüsünü ortadan kaldıran bir virüsün hızla yayılmasını konu eden bir film izlemiştim. önlerine çıkan her dişiye tecavüz etme ve şiddet kullanarak onları öldürme eyleminin meşrulaştırıldığı bu senaryo yakın tarihte gerçekleşmek üzere raflardaki yerini almış görünüyor. görünemeyense bu gerçeklik paketinin raf ömrü..yani bu paket ne zaman açılacak ve içinden neler çıkıcak henüz hiç kimse bilmiyor.
siz 3-5 erkeğin bu virüse yakalanmış olması ve sayıca azınlık gibi görünmeleri nedeniyle filmde az sonra çözüme ulaşılır,hepimizde kurtuluruz zannederken,filmin ortalarına doğru bambaşka bir duvara agzımızı yüzümüzü kırarcasına çarpıyoruz. bürokrasinin erkek hiyerarşisinin elinde bulunması,bizi koruyabilecek her türlü kurumun erkeklere hibe edilmesi sonucu filmimiz finale dogru sığınılıcak ne bir polis,ne de artık haklarımızı savunabilecek bir avukat bulunamamasıyla şenleniyor.zira aynı virüs bütün bu kurum,kuruluş,cemiyet ve sosyal toplum örgütlerinin başında bulunan beyleri de aynı ölçüde ele geçirmekte.kadın kısmıysa çareyi örgütlenmekte ve açılan bu virütik savaşı kendi silahlarıyla geri püskürtmekte buluyor. vuruyor,döküyor,saldırıyor.ve en sonunda hem bu hastalığı hem de erkekleri dize getirmeyi başarıyorlar.
iyi güzel ve oldukça gururlandırıcı.hani alkış?
lakin hayat pek de böyle diil..bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda zaten araba parkederken bile tuhaflaşan kadınlar,erkeklerin icat ettikleri silahları kullanmayı kimbilir nasıl başarıcak ve vahşetin kollarına kendilerini nasıl atabilicekler?
yeni yıl kutlamaları başlıklı yazımı nükleer başlıklı füzelere getirmeden noktalamayı başarıyor ve kadın aklımla "şimdilik" bin yaşıyorum.tabi önümüzdeki seneyi istiklal'de kutlamamayı seçersem.

p.s: bu yazı kesinlikle feminizm içermemektedir ve hiçbir katkı maddesi kullanılmamıştır!

televizyon kültürü / cilt:1



televizyonu ne zaman açsam bir aptallık karnavalı seyrediyorum.
özel,tüzel ya da lokal,kanallar arasında ayrım yapmaya gerek yok.
hepsi birbirinden şahane,hepsi birbirinden kanserli.
örnek: istinye park'ta bir geçiş töreni..
tok bir ses içimizi karartıyor:
"bilmem kim bilmem kimin kocasıyla nasıl yakalandı?"
ve ardından korku filmi fragmanından editlenmiş bir "DADATDATDADAT" vurgusu.(bu kısmını melodik olarak seslendirelim lütfen)
hayret etme refleksimi çok uzun zaman önce kaybettigimden sadece susmakla yetiniyorum.
yüzlerce küresel ve toplumsal soru(n)un içinden sormak için seçilebilecek en ahlaklı, en yapıcı kesit bu olsa gerek.
ispanyol olsam bravo derdim.kökenimi bildiğimden durum karşısında yalnızca tüh demekle yetiniyorum.
bu tuhaflığı anlatmak için hangi yöntemi kullanmalıyım karar vermek güç.liberal bir tavır takınsam işim oldukça kolay olurdu.
cepleri en dolu,köşeleri en büyük gazetecileri taklit etmekle işe başlar, günümüzde alınabilicek en kral lakap olan "liboş" ünvanını taşıyarak, toplumda gururla dolaşabilirdim.
lakin riyakar olmak belli bir miktar sihir gerektirir ve ben yakalanmama konusunda beceriksizim.öyle kağıttan illüzyonlar yapıp küçük derelerde yüzdüremem.
felsefeyi denesem,yazının amacına hizmet etmiycek bir toz bulutunun içinde kaybolup gitmesinden korkuyorum.
3. ve son yöntemse "ahlak çemberi" başvurmak.
bu temele dayandırılarak atılan başlıklar,kişinin ahlak adına önce kendi kredilerini kontrol etmesini gerektirir -ki teşekkür ederim, almiyim, zannedersem çoktan tükenmişlerdir-.
peki konuya neresinden başlanıcak?
bu soruya cevaben biri öneri diğeri soru olmak üzere iki kozum var.
şikayet edip sızlanmak yerine,televizyon izlemeyin.
soruysa: bilmem kim bilmem kimin kocasıyla nasıl,niçin ve kime yakalanmış olabilir?
en merak uyandırıcı ilk iki cevabı veren okura birer adet tüplü televizyon hediye ediyoruz.

kafamdaki muz nedir?

her insanın kendi kafasında yetişen, kabuğunu soyup açmaya çalıştığı fakat birtürlü içindeki vitamine ulaşamadığı tuhaf bir meyve çeşididir.